Geçen senenin “En İyi Film” dalının kazananı Birdman filminin Meksikalı yönetmeni Alejandro Gonzalez Inarritu bu yıl karşımıza amansız bir intikam öyküsü ile çıkıyor. Birdman tadında olmayan tam tersine sert bir film olan The Revenant‘ın başrolünde 2016 Oscar’ın “En İyi Erkek Oyuncu” kategorisini kazanmasını istediğimLeonardo DiCaprio ve filmde müthiş aksanı ile inci gibi parlayan Tom Hardy yer alıyor.Film, Sherlock Holmes’un da dediği gibi “İntikam yüzümüzde gülümseme ile servis edilmesi gereken soğuk bir yemektir.” olgusu ile ilerliyor
Michael Punke‘ın yazarı olduğu A Novel of Revenge isimli kitaptan uyarlanan The Revenant, 1820’li yıllarda zorunlu avcılık yaparak geçimini sağlayan Hugh Glass karakterinin vahşi bir ayı tarafından saldırıya uğrayıp ölümcül şekilde yaralandıktan sonra arkadaşları tarafından terk edilişini, daha sonrasında Hugh Glass’ın iyileşip eski arkadaşlarından intikam alma çabasını konu alıyor. Oldukça sert olan filmin en iyi sahnesinin “ayı saldırısı” olduğunu söylemem gerek. O kısma birazdan geleceğim. Önce filmin geneline bir bakalım. Hugh Glass, kızılderili kabilesinden olan bir kadınla evleniyor. Mutlu bir hayatı olan Glass’ın üzerine kara bulutlar çöküyor. Çünkü yaşadığı kabileye saldırı düzenleyen askerler her şeyi yerle bir ediyor ve Glass’ın karısını da vuruyorlar. Glass o askeri öldürerek karısının intikamını alıyor ve bir anlamda avcılar arasında nam salıyor. Glass’in bir de oğlu var. Eşi öldükten sonra oğlunun sorumluluğu ona kalıyor. Hayatta kalmak para kazanmak ve geçinmek için Amerikalı avcıların arasına katılıyor yanına da oğlunu alıyor. Hikayenin asıl akışı burada devreye giriyor. Avcıların başında bulunan Şef Andrew Henry (Domhnall Gleeson), deri toplamak için gittikleri ormanı çok iyi bilmesinden dolayı Glass’a güveniyor ve saygı duyuyor. Glass konuşmayı çok sevmeyen, oğlunu korumaya çalışan narin bir baba figürü olarak karşımıza çıkıyor. İçten duygusal olan bu adam söz konusu hayvan avlamaya gelince birden vahşileşiyor ve ona antipati beslememize sebep oluyor. Ekipte yer alan bir diğer karakterimiz olan John Fitzgerald (Tom Hardy) ise para için herşeyi yapmaya hazır bir adam. Glass’ı hiç sevmiyor.
Şefin Glass’a olan güveni ve iyi niyeti Fitzgerald’ı çileden çıkarıyor. Glass’a olan takıntısı intikam ateşini yükseltecek seviyeye geliyor! Fitzgerald fırsat yakaladığı bir anda, Glass’ın değer verdiği bu hayatta tek tutanağı olan oğlunu öldürüyor. Ardından sessiz ve sakin Glass’ın intikam macerası başlıyor. Aslında hikaye oldukça basit. Senaryo öyle dolu dolu değil. Film, aşırı tahmin edilebilir bir şekilde ilerliyor ve sonu daha 40. dakika civarında şekilleniyor. Sizi bir an bile şaşırtmıyor. O kadar düz gidiyor ki seyirci olarak ister istemez yan bir hikayeye ihtiyaç duyuyorsunuz. Glass’ın intikamı çok fazla tek boyuta indirgenmiş. İntikam isteyen bir baba ve cani bir adam. Bu kadar yani! Ama bu demek değil ki film sade. İçinde barındırdığı çok iyi sahnelerde mevcut. Mesela ayı sahnesi. Ekibin mola verdikleri bir noktada Glass yine avlamaya çıkıyor. İşte bu avlanma benim en sevdiğim sahneye dönüşüyor. Glass önce küçük bir ayı görüyor. Onu tam avlayacağı sırada karşısına anne ayı çıkıyor ve Glass’a saldırıyor. Önce tırmalıyor büyük penceleri ile ardından birkaç ısırık atıyor. Glass’in silahına uzanmasına izin vermiyor. Uzun uzun kokluyor onu ve uzaklaşıyor. “Sana bir uyarı verdim, git burdan” dercesine. Ama Glass tehlikenin farkında! O ayı ölmeli! Derken bir kez daha silahına saldıracak gibi oluyor ve ayı ile göz göze geliyor. Yine ayının saldırısına uğruyor. Eli ayağı tutmayacak bir şekilde her tarafı parçalanmış olan Glass, son bir hamle ile ayıyı yere deviriyor ve onunla birlikte yuvarlanıyor. Bu sahne insanda her ne kadar nefret uyandırsada (ayının ölümünden bahsediyorum) görüntü yönetmeninin kullandığı görsel şölen ve Leo’nun performansı ile birleşince olağanüstü bir sahneye dönüşüyor.
Filmi film yapan bir diğer unsur da kesinlikle görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki‘nin yarattığı muhteşem görsellik. Bir kere filmin her saniyesinden afişlik kareler fışkırıyor. Mekan seçimleri, doğa manzaraları ve haraketler kusursuz. Özellikle de filmin başındaki çatışma sahnesinde çatışmayı yedi sekiz kişinin gözünden dönüşümlü olarak yaşamak doğru bir tercih olmuş. Sekans geçişleri ve bazı açılarda Birdman’i anımsatmıyor değil. Belli ki InarrituOscar kazandığı formülü bu filmde de bozmak istememiş. Bunlardan başka çok özel bir at sahnesi vardı ki tıpkı ayı sahnesi gibi gerçekten mükemmel düşünülmüş. Sahnelerin uzun olmamasından, sahnelerin uzunluğu da buna paralel olarak ustaca editlenmis. Gerçek dünyadan büyülü dünyaya gidip gelen film, rüyalar kısmı ile birleşince ortaya yine görüntü açısından izleyiciyi alıp götürecek manzaralara sahip oluyor.
Oyunculuklar için yazılacak çok fazla şey olduğuna inanıyorum ama ben kısa tutacağım. Öncelikle Leo’nun Hugh Glass rolü için biçilmiş kaftan olduğunu belirtmem gerek. DiCaprio bu filmde tıpki önceki filmlerinde olduğu gibi yine çok başarılı. Özellikle de her acı çektiği sahnelerde ”Adam gerçekten yaralı herhalde.” hissiyatı oluşuyor. Gittikçe daha da ustalaşan Leo, benim bu yıl Oscar’ı almasını en çok istediğim aktör. Bütün film boyunca kameraya bakıp, Akademi üyelerine açık açık, “En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını almak için daha ne yapmam gerekiyor?” mesajını gönderdiğini görmemek içten değil! Leo’nun gösterdiği olağanüstü performans gerçekten takdir edilesi. Bir vejetaryen olan Dicaprio’nun filmde çiğ et yemesi, evet gerçekten çiğ et, sapıklık derecesinde bir oyunculuk örneği… Leo, Martin Scorsese, Steven Spielberg, Danny Boyle, James Cameron, Sam Mendes ve Woody Allen‘dan sonra Alejandro G. Iñárritu ile birlikte yedinci defa Akademi ödüllü bir yönetmenle çalışıyor! Ayrıca bu film Leonardo’nun dokuzuncu kez bir biyografik karakteri canlandırdığı filmdir. Şimdi bu adam bir Oscar’ı hak etmiyor mu? Bakınız Oscar Alamayan Leonardo Di Caprio’nun Oscarlık Performansları… Peki ya Tom Hardy’e ne demeli? Bir insan bu kadar mı güzel aksanlı konuşur. Kendisinin İngiliz olduğunu bilmesem kesinlikle Amerika’nın güneyi ile bir bağlantısı var derdim. Sen nasıl bir oyuncusun ki Leo’nun yanında parlıyorsun hiç ezilmeden. Yetmiyor bunun üzerine bazı sahnelerde de üste çıkıyorsun en muhteşeminden. Mesela Leo en iyi erkeği alsa, Hardy’de en iyi yardımcı erkeği! Of derim tadından yenmez. Diğer rol alan Domhnall Glesson, Will Poulter, Lukas Haas, Brendan Fletcher ve Robert Moloney gibi oyuncularında hakkını yemeyelim. Hepsi birbirinden iddialı ve iyi bir iş çıkarıyor ortaya.
The Revenant, bekleneni fazlasıyla vermiş bir Inarritu filmi. Doğanın inanılmaz gücü karşısında insanoğlunun nasıl hayatta kalabildiğini detaylandırmış ve görselliği muazzam kullanmış yavaş ilerlesede izlenesi iki buçuk saatlik bir seyir. Ayrıca film, yaşanan olaylara karşı insan vücudunun verdiği tepki ve doğa olaylarına, insanların geliştirdiği çözümler karşında neden sadece insanoğlunun ayakta kalabildiğinin de bir göstergesi. Yazıyı Glass’in filmin içinde karsının ona söylediği şu sözleri ile kapatıyorum. Çünkü bu sözler Glass’ın hayatta kalma mücadelesinde etkili olmuştur. Ve Glass’in kaderi izleyiciye bırakılmıştır…
“Fırtına varken bir ağacın önünde duruyorsan, dallarına baktığında düşeceğine yemin edebilirsin. Ama gövdesine baktığında ne kadar sağlam olduğunu görürsün.”
IMDB PUANI: 8,5